18 Ocak 2009 Pazar

Gemilerde oruç





Deniz ortasında oruç tutmak biraz farklıdır. Zira geminin rotasına göre günler uzar veya kısalır. İftar ve sahur vakitlerini hesaplamak ayrıca astronomik seyir bilgilerini gerektirir. Hoş, güneşin doğuş ve batışını görerek hesap kitap yapmadan da oruç tutulabilir. Lakin aşçının yemek saatini bilerek yemeği hazırlaması daha güzel olacaktır.
Batıya doğru gidildikçe günler uzar. Bir gün 25 saati bulur. Yani o gün akşam saat sekizde iftar etmiş iseniz ertesi gün dokuzda iftar etmek zorunda kalırsınız. Doğuya doğru giderken bu sefer zaman tersine çalışır. Bir gün 23 saat olmaktadır. Yani ertesi gün bir saat önceden orucunuzu açabilirsiniz.
Eğer limanda değilsek saatleri kendimiz hesaplamak zorunda kalırız. Bazı limanlarda ki bu limanlar gayrimüslim ülke limanları ise, yine aynı hesabı yapmak gerekir. Müslüman ülke limanlarında sorun olmaz. Zira iftar ve sahur saatleri televizyonlardan verilir. Zaten ezan sesleri ve bizdeki gibi minarelerin ışıkları iftar ve sahur saatlerinin belirlenmesinde oldukça kolaylık sağlar.
Zamanı ikinci kaptan hesaplar. İftar ve sahur saatlerinin belirlenmesi için sivil alacakaranlık zamanı esas alınır. Bu saat, bütün notik almanaklarda gün gün belirlenmiştir. Hesaplama için sadece bulunduğumuz mevkiinin ayarlaması gerekir. Yani mahallî zamanı bulmak zorundasınızdır. Bu durum aynen illere göre imsakiye çıkarmaya benzer. Her ilde farklı zamanlarda oruç açılmakta güneşin doğuş ve batışı farklı saatlere denk gelmektedir.
Ben işi garantiye almak için daima beş dakika geç olarak saatleri bildiririm. Zira küçük bir hesaplama hatası orucun iadesini gerektirebilir. Yani yeniden o gün için oruç tutmak zorunda kalmayalım diye böyle orucu kısa da olsa uzatırım.
Gemi faaliyetleri günün 24 saati devam eder. Bu nedenle iftar ve sahur yemekleri nöbetleşe yenir. Ramazanın ilk günlerinde gemideki mürettebatın çoğu oruç tutmakla birlikte sonlarına doğru bu sayı azalır ve oruç tutanlar azınlığa düşer. Kaptan olmadığım zamanlarda bu duruma çok üzülürdüm. Fakat daha sonra bütün sorumluluk üzerime bindiği için üzülmemeye başladım. Zira gemi mesaisi ağırdır. Küçük bir dikkatsizlik telafisi zor kazalara yol açabilir. Bu nedenle oruç tutamayanları “nasıl olsa seferiyiz, yurda dönüp izne çıkınca telafi edersiniz” diyerek teselli ederdim.
Ramazan ayında gemi aşçıları günde beş defa sofra hazırlamak zorunda kalırlar. Zira oruç tutmayanları da hesaba katmak gereklidir. Bununla birlikte sofra tertibini değiştirmeye gerek kalmaz. Çünkü akşam yemeği ile iftar yemeği aynı mönüden oluşmaktadır. Sahur yemeğinde ise kahvaltı ile birlikte öğle yemeği bulunur.
Her iftar sofrası gibi gemicilerin sofraları da zengin görünür. Gerçi diğer günlerdeki yemeklerden farklı şeyler yoktur. Lakin açlığın katkısı ile kuru bir ekmek bile çok lezzetli olmaktadır. Zaten orucun bir hikmeti de kıymetini çoğu zaman bilemediğimiz nimetleri oruç vasıtası ile fark etmemizdir.
Bahriye mektebinde oruç tutmak
Ramazan aylarından hiç unutamadığım hatıralarım ise, Bahriye mektebinde olmuştur. Hele hele Bahriye mektebinin ilk yılında yaşadığım Ramazan’ı unutmak mümkün değildir. Çünkü o yıl oruç tutmak yasaklanmıştı ve yasağa rağmen 15 arkadaşımla beraber oruç tutmaya karar vermiştik.
Okulda Türk öğrencilerden başka Libyalı öğrenciler de vardı. Sayıları da 30 civarındaydı. Fakat yasak sadece Türk öğrencilere uygulanıyordu. Libyalı öğrenciler için iftar ve sahur yemekleri çıkarılıyordu.
İlk gün Libyalı öğrenciler arasına karışarak iftar yemeğine girmeye kalkıştık. Fakat üniformalarımız aynı olmasına rağmen omuzlarımızda Libya yazmadığı için hemen tespit edildik ve apar topar yemekhaneden uzaklaştırıldık. Numaralarımız alınmadığı için ceza almayacaktık. Buna da şükrettik. Zira askeri okulda en ufak bir yasak karşıtı harekete ağır cezalar ile karşılık verilirdi.
O günü kantinden aldığımız bisküvi ve çay ile geçiştirmiştik. Ertesi gün ise, Libyalı öğrenciler bize bir sürpriz yapmış peçetelere sararak yemekhaneden börek çörek türü şeyler getirmişlerdi. Bunları kantinden aldığımız yiyeceklerle birleştirip teneffüshanede çayla beraber afiyetle yemiştik.
Sahurda ise, nöbetçi subayının insafına göre yemekhaneye girme şansımız oluyordu. Yaklaşık 150 Libyalı öğrenci arasına karışarak yemek yeme fırsatını bulabiliyorduk.
O yılki Ramazan’ı unutmam mümkün değildi. Yasağa karşı koymaktan gelen ilginç bir zevk ve Ramazan orucunun bereketi yüzünden hiçbir iftar yemeği bu kadar lezzetli olmamıştı. Oruç tutan arkadaşlarımın arasında dindar olmayanlar da vardı. Bunların bir kısmı hafta sonu izninde oruçlarını bozuyordu. Aile ve arkadaşlarına oruç tutmadıklarını söylüyorlardı. Bunlardan bir kısmı Ramazan ayının ortalarına doğru orucu tamamen bıraktılar. Zira sınav zamanı gelmişti ve çok zorlu sınavlar yapılıyordu.
Deniz Harp Okulu, Hava ve Kara Harp Okullarına göre derslere çok önem veren bir okuldur. Hatta sınıf arkadaşlarımızın yarısından çoğu ikmale kalmış, kırktan fazla öğrenci sınıfını geçememişti. Eğer iki yıl sınıfta kalındığı takdirde okuldan atılıyorduk. Diğer harp okullarında da dersler zorlu olmakla birlikte, askeri eğitim ve disiplin daha öncelikliydi.
O yılki final sınavları Ramazan ayının bereketi ile olsa gerek çok güzel geçti. Sınıfımı ikmale kalmadan geçmiştim. Sonunda iki bayramı birden yaşadım. Uzunca bir tatili hak etmiştim.
Ertesi yıl Ramazan orucu Türk öğrencilerine de serbest bırakılmıştı. Hatta oruç tutmak isteyen öğrencilerin isimlerini yazdırmaları istendi.50–60 öğrenci ismini yazdırmıştı. Tabur komutanımız bu sayıdan hoşlanmamış olacak ki bütün öğrencileri topladı. Yaz aylarına rastlayan Ramazan ayında oruç tutmanın çok güç olacağını, spor ve askeri eğitimin yanı sıra derslerinde oruç tutmaya mani olduğunu söyledi. Bu esnada okulun basketbol takımında oynayan ve başarılı bir oyuncu olan bir arkadaşımız “müracaatım var komutanım” diyerek taburun önüne çıktı. Tabur Komutanı konuşmasına izin verince “her türlü güçlüğe rağmen oruç tutmak istediğimizi” söyledi.
Komutan bir hayli sinirlenmişti “ne haliniz varsa görün” diyerek taburu terk etti. İlginçtir, yeni bir liste yapılmıştı ve bu liste önceki listeye göre daha da kalabalıklaşmıştı.
Okuldaki ikinci Ramazanımız da güzel geçmişti. Fakat yine de önceki yıl yaşadığımız Ramazan’ı unutamıyorduk. Belki soframız zengin değildi ama arkadaşlarımızla zorluklara ve haksızlığa karşı gösterdiğimiz direnç daha çok lezzet katmıştı. Zaten yıllar geçtikten sonra bile o iftar yemeklerindeki tadı hiçbir yerde bulamadım.
Üçüncü ve dördüncü sınıflarda da serbestçe orucumuzu tuttuk. Nihayet bizim sınıf mezun olmuştu. Fakat bizden sonra haksız uygulamalar tekrar başlamıştı. Gerçi oruç tutmak yasaklanmamıştı fakat yemeklere girme mecburiyeti vardı. İftar saati sekizde olduğu halde akşam yemeği altıda veriliyordu ve yemeğe katılmayanlar hafta sonu izinsiz kalıyorlardı. O yıllarda ihtilal yapan Cumhurbaşkanı sahneye çıkmış “irtica” nutukları atmaya başlamıştı. Nutuklar etkisini göstermiyor da değildi. Yüzlerce öğrenci askeri okullardan ayrılmak zorunda kalmıştı.
Öğrenci velileri okula çağırılıyor “oğlunuzu okuldan atacağız, iyisi mi siz dilekçe verin eğitim imkânı tamamen kısıtlanmadan yolunuza devam etme imkânı bulursunuz” deniliyordu. Hani halen üniversitelerde kız öğrencilere uygulanan “ikna odası” benzeri bir uygulama o yıllarda askeri okullarda kullanılıyordu.
Bizim sınıf arkadaşları şimdilerde albay oldular. Yaşadıkları bu üzüntülü olayları unutmaları mümkün değildir. Elbette yapılan yanlışlıklar ve haksızlıklar onları da etkilemiştir. Umarım şimdi yönetici olan bu eski meslektaşlarım aynı yanlışı tekrarlamıyorlardır.
Eğer yanlışlarda hâlâ ısrar ediyorlar ise genç arkadaşlarıma tavsiyem bizim yaptığımız gibi sebat etmeleridir. Bunun karşılığını hem bu dünyada, hem de asıl yurdumuz olan ahirette alacaklardır. Ben aradan 25 yıl geçmesine rağmen yasak olduğu halde oruç tuttuğum o Ramazanda aldığım lezzeti daha hiçbir ayda alamadım. Demek ki doğruluğuna inandığımız bir konuda sebat etmek çok gerekli bir durumdur. Zaten insan sabır kuvvetini öyle basit işlerde sarf etmez ise, her türlü zorluğa karşı gelmesi mümkündür. Sabır bizden tevfik Allah’tandır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder