18 Ocak 2009 Pazar

Denizin rengi




Bir gün kızım annesine şunu söyler: “Anne ağabeyime niçin renkli gözlü diyorsunuz? Ben bakıyorum hep mavi, hep mavi.”Kızım! Türkçe’deki mecaz anlamını bilmediği için böyle söylemişti. Fakat siz hiç düşündünüz mü?
Denizlere niçin Karadeniz, Akdeniz ve Kızıldeniz gibi isimler verilmiştir. Denizler renkli olduğu için mi böyle deniliyor acaba?
Bir parça tefekküre vesile olması dileği ile cevabını vermeye çalışayım.
Denizin rengi; bulunduğu bölgeye, mevsime, suyun kimyasal özelliklerine ve hatta içinde yaşayan canlılara göre değişkenlik göstermektedir. Suya rengini veren en önemli şey gökyüzü ve gökyüzündeki renklerdir. Eğer gökyüzü mavi ise ultramarine denilen derin mavi rengi, gri bulutlar ile kaplı ise gri rengin her tonu denizin rengini gösterir.
Akşam güneşin batması ile veya sabah doğarken gökyüzünün kızıla boyanması denizin renginin de değişmesine yol açar. Pekiyi bazı büyük denizlere verilen adlar da gökyüzünün aldığı renkten dolayı mıdır?
Pek öyle söylenemez. Zira sahillere yakın sularda ve 50 metreden daha sığ sularda hâkim renk yeşildir. Genelde denizin dibindeki kum sarı renklidir. Gökyüzündeki mavi renkle birleşince yeşil renk ortaya çıkar. İşte sahillerdeki güzellik bu renk kaynaşması ile meydana gelir. Zaten yeşil ve mavi renkler dinlendirici renk diye tarif edilir. Gerçekten de denizlere ve ormanlara bakarak tefekkür ettikçe, insan zihnen dinlenmiş olur. Bu yüzden tatil köyleri genellikle denizle ormanın birbirine karıştığı yerlerde inşa edilir.
Nehirlerin denizle kaynaştığı yerlerde ise denizin rengi kahverengidir. Çünkü toprağın ve alüvyonun rengi, kahverengidir.
Bir zamanlar gemi ile gittiğim Arjantin ve Uruguay arasındaki denizin ve Hindistan’daki Bombay Körfezinin kahverengi olduğunu görmüştüm. Elbette sadece bu bölgelerde değil, birçok delta açıklarında da denizin rengi kahverengidir.
Denizlerde yaşayan bitkiler ve hatta planktonlar da denizin rengini farklı hale getirebilir. Örneğin Kızıldeniz’de yaşayan bir tür canlı organizma aktif olduklarında deniz zaman zaman kızıl bir renge bürünmektedir. Bir ara İzmit Körfezinde de benzer bir canlı türü yüzünden Körfez kızıla boyamıştı.
Bazı denizlerde ve özellikle de Karadeniz’de bol miktarda sülfür bulunur. Bu nedenle özellikle sığ olan sahil kesimlerinde denizin rengi siyahlaşır. Belki de bu yüzden denize Karadeniz denilmiştir.
Denizaltıların Karadeniz’de derinlere dalması pek istenilen bir durum değildir. Zira sülfür oranı dibe daldıkça artar ve denizaltı saçlarının aşınmasını ve paslanmasını çabuklaştırır.
Yeri gelmişken denize renk veren ilginç bir olayı daha söyleyeyim; birçok insan ay ışığının denizde yansımasına “yakamoz” der. Fakat bu isimlendirme çok yanlıştır. Yakamoz ışık yansıması değildir. Yakamoz, hurdebini yani mikroskobik deniz canlılarının ısı kayıpları ile meydana gelen fosfor ışımasıdır.
Yakamoz görmek istiyor isek, mehtap ışığı veya herhangi bir ışığın olmadığı zamanları ve mekânları seçmeliyiz. Zira yakamoz, ışığı sevmez. Zifiri karanlıkta ve özellikle de Hint Okyanusunda, Arap Denizi açıklarında çok görülür.
Yakamoz bazen o kadar yoğun bir şekilde meydana çıkar ki, deniz adeta süt rengini alır. Bembeyaz bir ışıltı her tarafı kaplar. Öyle olur ki, gemilerde vardiya tutan denizciler korkudan içeriye yani dümen evine kaçarlar.
Kısaca denizler, tefekkür için her türlü ihtişam ve güzelliğin bulunduğu mekânlardır. İşlerin yoğunluğundan, dünyevî meşgalelerden arada sırada kurtulup bize cennetin bir numunesi olarak gösterilen bu güzellikleri tefekkür etmek, en akıllıca işlerin başında gelir.
“Ben deniz kenarında yaşamadığım için böyle bir fırsatım yok” diyenlere, denizlere çoğu zaman rengini veren gökyüzüne bakmayı ve tefekkür etmeyi öneriyorum. Gece bir başka, gündüz bir başka güzel olan gökyüzü sahil kenarlarına gitmeyi de gerektirmez. Başımızı bir parça kaldırsak bu eşsiz güzelliği fark edebiliriz.
“Ben tefekkür etmesini bilmiyorum, bana bu konuda yardımcı olur musunuz?” diyenlere, Bediüzzaman’ın adı gibi güzel olan kitaplarını öneriyorum. Tefekkürün birbirinden eşsiz binlerce yolunu bu kitaplar aracılığı ile bulabilirsiniz.
Risale-i Nurları okuma fırsatı bulan her insan, kâinata “Rabbimizden yani bizi terbiye eden Yaratıcımızdan gönderilmiş bir mektup” nazarı ile bakabilir. Bir parça zaman ayırmak, düşünceye dalmak yeterlidir.
Peygamber Efendimiz, tefekkür etmenin bin yıllık nafile ibadet etmekten daha üstün olduğunu buyurmuştur. O halde ne duruyoruz, deniz kenarlarına eğer yoksa kırlara koşalım. Cenab-ı Allah’ın bizlerin okuyup anlaması için göndermiş olduğu mektupları okuyalım. Eğer bunun bir parça tadını alabilirsek eğer vazgeçemeyeceğimizi düşünüyorum.
Ne dersiniz, denemesi bedava…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder