18 Ocak 2009 Pazar

1. Gazze Savaşı

Bundan 95 yıl önce bugünkü Mısır-İsrail sınırı ve özellikle de Gazze şehri civarında kıyasıya bir savaş cereyan ediyordu.
Osmanlı Devleti, İngilizler ile uzun ve yıpratıcı savaşlar sonunda 1918 yılının Haziran ayına kadar eski sınırı muhafaza edebilmişti. Fakat yeni atanan ordu komutanları oldukça başarısızdı. Murat vadisinde Ruslarla yapılan savaşta yenilgiye sebep olan bazı paşalar şimdi de ordu komutanı olarak bu bölgeye atanmışlardı.
Galibiyetler milletin, mağlûbiyetler ise komutanların hakkıdır. Bu çok önemli gerçek ne yazık ki ülkemizde tam tersi bir biçimde uygulama alanına sokulmuştur. Gerekli tedbirleri almayıp hele hele savunmada olduğu halde yenilgiye uğramak büyük bir sorumluluk ve hesap vermeyi gerektirir.
Merzifonlu Kara Mustafa Paşa o kadar büyük başarılar elde etmesine rağmen Viyana’yı alamayınca, başarısızlığı üzerine almış başını cellâdın önüne eğmiştir. Hâlbuki bu büyük Paşa’nın idamı Osmanlı Devletine çok pahalıya mal olmuştur. Zira çok tecrübeli ve kabiliyetli bir insandır. Fakat değil mi ki ordu yenilmiştir, mağlûbiyet ona rücu edilmek zorundadır. Yani başarısızlık gerekli tedbirleri almayan komutanlara verilmelidir.
Bu basit gerçek sadece bir Türklerde değil bütün dünya milletlerinde acı da olsa kabul edilen durumdur. Meselâ Hitler, meselâ Mussolini. Alman ve İtalyan milleti, mağlûbiyeti üzerine almamak için bütün suçu bu iki adama yüklemiştir. Böyle olması da gayet lüzumludur aksi takdirde halkın maneviyatı kırılır, gelecek ümitleri söner.
Her ne ise, biz yine bu Gazze Savaşlarına dönelim. Dört yıl boyunca İngilizlere pek çok zayiat verdiren Osmanlı Ordusu, yeni komutanların hatalı düşünce ve görüşleri yüzünden zafiyet içine düşmüştü. “58 Gün” adlı kitapta (Toplumcu Dönüşüm Yayınları) yeni komutanlara göre “Türk askerinin bu Arap çöllerinde ne işi vardı, en iyisi Toros Dağlarının gerisine çekilip Alman ve İtalyanlar gibi tek millete dayalı bir ülke kurmak gerekliydi.” Hani şu ulus devlet dedikleri hayali! gerçekleştirmek istiyorlardı.
Bir komutan her ne sebep olursa olsun kendisine verilen emri yerine getirmelidir. Filistin cephesinde 7. ve 8. Orduların ve komutanlarının görevi; bu cepheyi tutmak, uzun süredir yığınak yaptığı belli olan İngilizlerin sınırı geçmelerine engel olmaktı. Aksi takdirde bütün Arabistan kaybedilebilirdi. Nitekim aynen böyle oldu.
Cemal Paşa’nın komuta ettiği ordu, savaşta neredeyse tamamını kaybetmiş diğer orduya yardım etmek yerine geri çekilmeye başlayınca Filistin cephesi çökmüştü. Zaten bu ordu da geri çekilirken mevcudunun % 70’ini kaybetmişti. İşin kötüsü Kudüs civarında yeni bir savunma mevzii bile kurulamamıştı. Çok kısa zamanda Kudüs, Şam ve Halep şehirleri bir bir İngilizlerin eline geçti. 800 yıl sonra Haçlılar yeniden kutsal topraklara girmişti.
İngiliz taarruzunun başlamasından tam 58 gün sonra Mondros Mütarekesi imzalanmış, Osmanlı’nın yenildiği tek cephe olan Filistin’den ayrılmak zorunda kalmıştık. Ne acıdır ki bu yenilgi bütün Orta Doğu topraklarımızın kaybına sebep olmuştu.
Bu önemli savaş ne yazık ki zülfü yâre dokunduğu için hep unutturulmaya çalışılmıştır. Ama gerçek tarihçiler için ortada çok önemli bir vakıa duruyor. Ben adını 1. Gazze Savaşı koydum. İsterseniz 1. Filistin Savaşı deyin, ama ne olur bu önemli savaşın üstüne örtü çekmeyin.
Değerli yazar Vehbi Vakkasoğlu “Bozgun 1-2-3” adlı kitapları ile bu savaşa ışık tutmaya çalışmıştı. Fakat devamını getiremedi. (Yeni Asya Yayınlarından çıkmış bu seriyi inceleyebilirsiniz.) Kendisine bu kadar çalışması için dahi teşekkür etmek bir borçtur. Fakat özellikle tarihçi geçinenlere her türlü ağır ve acı sözü söylemeye kendimi haklı görüyorum zira bu kadar önemli ve geleceği etkileyen savaşın unutulmasına sebep olmak, gündeme getirmemek, yenilginin sorumlularından hesap sormamak en küçük ifadesi ile bir ayıptır.
Şimdi yeniden bu topraklarda bir savaş cereyan ediyor. Daha önce hile ile idi zira cepheyi içten çökertmişlerdi. Şimdi ise barbarca. Çoluk çocuk demeden masum insanlar öldürülüyor. İçim parçalanmakla beraber, değil mi ki ölen masumlar şehit makamına yükseliyor, bu durum bana bir parça teselli veriyor.
Asıl üzerinde önemle durmamız gereken husus ebedî hayatlarını kaybeden insanlarımızdır. Zira milyonlarca hayatın imansızlık hastalığı ile cehennem ateşine atılmaları daha büyük bir acıdır. Bu acı beni daha fazla yakıyor.
O halde iman kurtarma dâvâsı için daha fazla gayret gösterelim. Zamanımızı miting alanlarında değil, iman kurtarma hizmetinde harcayalım. Bu dâvâ siyasî dâvâlardan çok daha fazla önemli ve acildir, vesselâm…
13.01.2009
E-Posta: vehbihorasanli@ttmail.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder